CA 15-3, aslında MUC1 glikoproteininin bir epitopudur. MUC1, bir transmembran mukoza ile ilişkili glikoprotein olup, geniş bir ekstraselüler alan, bir transmembran bölge ve bir sitoplazmik kuyruk içerir. MUC1’in ekstraselüler bölümü, çok sayıda tandem tekrarlayan peptit dizilerinden oluşur. Bu tekrarlar, proteinin uzun ve çıkıntılı bir yapısına yol açar ve epitel hücrelerinin yüzeyinde sıkı bir mukoza tabakası oluşturur.
Bu tandem tekrarlar, her biri yaklaşık 20 amino asit uzunluğunda olan ve genellikle prolin, treonin ve serin zengini olan peptit dizileridir. Bu alanlar, ayrıca O-glikozillendirme siteleri bakımından da zengindir, yani bu tekrarların serin ve treonin kalıntılarına çeşitli şeker molekülleri eklenir. Bu glikozilasyon, MUC1’in biyolojik özelliklerini büyük ölçüde etkiler ve bu molekülün hidrofilik yapısına katkıda bulunur.
CA 15-3, bu tandem tekrarların bir parçası olan ve özgül olarak MUC1’e bağlanan bir epitoptur. Bu antikor, MUC1 proteininin belirli bir amino asit dizisine bağlanır ve bu bağlanma, CA 15-3’ün kantitatif ölçümü için kullanılır. MUC1 proteininin anormal glikozilasyonu, bu proteinin kanser biyolojisi ve metastazda önemli bir rol oynamasına yol açar. Anormal MUC1, hücre-hücre ve hücre-matriks etkileşimlerini değiştirebilir, hücre adezyonunu azaltabilir ve hücrelerin metastatik potansiyelini artırabilir.
Karsinoembriyonik Antijen (CEA), kanser biyolojisi ve tanısında önemli bir rol oynayan moleküldür. İnsan genomunda 19. kromozomda yer alan CEACAM ailesine ait bir gen tarafından kodlanır ve bu aile, bir dizi benzer gen ve pseudogenler içerir ki bu durum proteinin genetik çeşitliliğine de katkıda bulunur. CEA, bir transmembran glikoprotein olup, büyük bir ekstraselüler bölüm, bir transmembran bölüm ve küçük bir sitoplazmik kuyruk içerir. Ekstraselüler bölüm, birçok immünoglobulin (Ig)-benzeri domenden oluşur ve bu domenler, hücreler arası yapışma ve hücre-dışı matris ile etkileşimlerde önemli rol oynar. Ayrıca, bu bölüm yoğun şekilde glikozillendirilmiştir, yani çok sayıda şeker molekülü eklenmiştir ki bu da proteinin çözünürlüğünü ve dolaşımdaki stabilitesini artırır.
CEA’nın hücre zarına entegre olan transmembran ve sitoplazmik kuyruğu, hücre içi sinyal yolları ile etkileşimde bulunur. Ancak, sitoplazmik kuyruğunun kısalığı, bu proteinin hücre içi sinyalizasyonda sınırlı bir rol oynadığını gösterir. CEA, alternatif dizi ekleme yoluyla çeşitli izoformlara sahiptir ve bu izoformlar, proteinin farklı hücre tiplerinde ve doku ortamlarında farklı fonksiyonlar göstermesine olanak tanır. Bazı CEA izoformları çözünür formda olup, serumda serbestçe dolaşabilir. Normalde düşük seviyelerde ifade edilen CEA, çeşitli kanser türlerinde aşırı seviyelere çıkabilir ve serbest formda kan dolaşımına salınır. Bu durum, CEA’nın klinikte tümör belirteci olarak kullanılmasını sağlar.
Bu nedenlerden dolayı kanser teşhisi ve tedavisinde, CA 15-3 ve CEA tümör belirteçlerinin kullanımı oldukça yaygındır. Bu belirteçler, özellikle metastatik hastalığın erken teşhisinde ve nüksün erken saptanmasında kritik bir rol oynamaktadır.Takip sırasında, bu belirteçlerin seviyeleri, hastalığın klinik veya radyolojik kanıtlarından önce, yüzde 40-60 oranında nüksleri tespit edebilmekte, 2 ila 18 ay öncesinden hastalığın izini sürmekte etkili olmaktadır. Her iki serum belirtecinin birlikte ölçülmesi, hastalarının yaklaşık yüzde 60-80’inde metastazın erken teşhisine imkan tanımaktadır.
CA 15-3 ve CEA’nın yüksek seviyeleri en sık luminal alt tiplerde gözlemlenirken, HER2-zenginleşmiş ve üçlü negatif (TN) alt tiplerde bu artış daha düşüktür. Metastatik yerleşim yeri ile tümör belirteç seviyeleri arasında ilişki ilgili belirtecin değişim hızını etkilemektedir. Bazı çalışmalar, artmış CA 15-3 seviyelerinin daha sık karaciğer metastazları ve plevral efüzyonlu hastalarda bulunduğunu bildirmektedir. Özellikle birden fazla metastazı olan hastalarda CA 15-3 seviyelerinde önemli bir artış gözlemlenir ki, bu durum tümör yükünü yansıtmaktadır. CEA seviyesinin yükselmesi metastaz yerinden bağımsız olarak gözlemlenir.
Bu bilgiler ışığında, CA 15-3 ve CEA’nın klinik pratikteki kullanımının, meme kanseri hastalarının yönetiminde önemli bir yer tuttuğu sonucuna varabiliriz. Bu belirteçlerin düzeyleri, hastalığın erken teşhisi, takibi ve tedaviye yanıtın değerlendirilmesi açısından kritik öneme sahiptir. Özellikle metastaz yerinin ve sayısının belirlenmesinde, bu belirteçlerin ölçümü, hastalığın seyrini anlamada ve uygun tedavi stratejilerinin belirlenmesinde önemli rol oynayabilir.
CA 15-3 ve CEA, belirteçlerin düzeylerinin dikkatli bir şekilde izlenmesi, kanser hastalarının yönetiminde ve tedavi planlarının belirlenmesinde büyük öneme sahip olup, hastaların yaşam kalitesinin artırılmasına katkıda bulunabilmektedir. Bu alanlardaki araştırmaların devam etmesi, kanser tedavisinde daha etkili yaklaşımların geliştirilmesine olanak sağlayacaktır.